NEPAL - TIBET - Ağustos 2011

on


Huzurlarınıza arz-ı endâm eyleyen seyahat bir rûyanın, hayatın normal görünen akışı içerisinde gerçekleşmesinden vücût bulmuş olup, anlatılan kişi ve olaylar tamamiyle gerçektir.

Başlamadan evvel bir kaç noktayı belirtmekte yarar var. Öncelikle Tibet’e giriş pek kolay değil, mutlaka bir tur ile anlaşmak zorundasınız. Tabi eğer fazlasıyla macerasever olup dağlardan Çin askerlerine yakalanmadan ülkeyi gezmeye niyetiniz yoksa. Bunu deneyip başaranlar olmuş bu arada. Neyse, tur için seçenekleriniz var elbet, biz Tibet’in komşularından Nepal’de bulunan bir tur ile anlaştık, rehberin Tibet’li olacağından ve tur içeriğinde Everest olacağından emin olduktan sonra en uygun fiyatı veren turdu bu anlaştığımız. Tibet için vizeyi ve özel giriş iznini onlar alıyorlar. Nepal’e giriş vizesini de ülkeye girerken aldığınızdan Türkiye’de herhangi bir vize ile uğraşmaya gerek kalmıyor. Bu şekilde başlayan yolculuğun detayları yani kısa lafın uzunu aşağıda. İyi seyirler....





1. Gün - İstanbul -> Kathmandu

İstanbul’dan Air Arabia uçuşuyla 4 saatin ardından Sharjah’a, ardından 4 saat daha uçarak Kathmandu’ya vardık. Saat Türkiye saatinden 3 saat 45 daika ileride. Kalacağımız guesthouse’un elemanları bizi havaalanında karşıladılar ve odamıza yerleşir yerleşmez Tibet turu için daha önce anlaştığımız Himalaya Tur’a giderek belgelerimizi teslim ettik. Kathmandu’nun en işlek yeri Thamel bölgesi. Mutlaka buraya yakın bir yerde kalmak gerekiyor. Bizim otelimiz de o bölgede idi.

Thamel

lk gün öğleden sonra 20 dakikalık bir yürüyüşle Basantapur’a gittik. Bu bölge 1980lerde hippilerin aydınlanmak için geldikleri yermiş. Alanda çok sayıda Hindu tapınağı mevcut. Hava karardığında Thamel dışındaki sokaklarda yürümek bir hayli zor, çünkü aydınlatma neredeyse hiç yok. Biz de dönüşte karanlığa kaldığımızdan biraz zorlandık. Güneydoğu Asya ülkelerinin genel sorunu olan yoğun ve gürültülü trafik Kathmandu’da da fazlasıyla mevcut. Öyle ki yürümek bile cesaret istiyor bazen. Ancak bu şehrin kesinlikle farklı bir havası var. Her şeyden önce her türden giysi dükkanları, rengarenk kumaşları, pantolonları, gömlekleri insanın iştahını kabartıyor. Çok sayıda dağcı malzemeleri satan dükkan mevcut. Gece ise yine Thamel bölgesinde canlı müzik yapan güzel barlar var. Bazılarında ayakkabınızı çıkarıp bizim yer sofrasına benzeyen tepsilerin üstünde bira içebilirsiniz. Yerel bira markası Gorkha. Bizim biralara benziyor.

Basantapur

2. Gün - Kathmandu

Sabah erken kalkıp kahvaltımızı ettikten sonra Krishna festivalini izlemek üzere Patan’a gittik. Patan’ın Durbar Square denen kısmı hınca hınç insanlarla, özellikle de kadınlarla doluydu. Bu arada hemen belirtelim burada her şehirde, o şehrin en önemli, büyük, dini meydanına Durbar Square diyorlar. Durbar square’in merkezindeki Hindu tapınağına şükranlarını sunmak için hediyeler getiriyorlar. Bunun için saatlerce, kilometrelerce uzunlukta bir kuyrukta ve her daim arkasındaki ve önündekine temas halinde oldukları halde sırada bekliyorlar. Ellerinde bir tavus kuşu tüyü ve pirinç, meyve, çiçek gibi hediyeler taşıyorlar. Bir süre kalabalık içinde dolaşıp bolca fotoğraf çektikten sonra meydana hakim bir roof cafe’de (teras kafe) bira içerek serinliyoruz. Kathmandu ve çevresinde teras kafeler bir hayli yaygın. Binalar buna göre dekore edilmiş ve çok kalabalık mevsimlerden birinde gitmemişseniz her daim gölge, serin terasta yer bulabiliyorsunuz. Tabi bulduğunuz yer gölge değilse oturmayı aklınızdan bile geçirmeyin. 

Patan

Binlerce kişilik festival kalabalığını geride bırakıp ölü yakma merasimi (cremation) ile ünlü Pashupatinath tapınağına gidiyoruz. Ulaşımı hep taksiyle sağlıyoruz, zira hava epey sıcak ve nemli ve taksiler sizi birkaç dolara hemen her yere götürüyorlar. Pashipatunath’ın girişi yaklaşık 7 dolar, pek ucuz değil. Tabi yalnızca turistlerden alınıyor. Fark ettik ki Kathmandu civarında girişi paralı olan tüm yerlere arka yollardan parasız girmek mümkün, sonradan bunu zaten birçok kişinin yaptığını da öğrendik, ama zaten fakir olan bir ülkeye biraz döviz bırakmak varken bu yollara başvurulması pek anlamlı değil doğrusu. Hinduizm geleneğine göre ölen kişilerin 24 saat içinde yakılmaları gerekiyor. Bagmati nehri kıyısındaki bu tapınak da bunun için kullanılıyor ve genel görüntüler (üzüntü, ağlamalar, ve tabi ölüm) bizim mezarlıkları andırıyor. Havada ağır bir yanık et kokusu var. Nehir kıyısında yanmaya hazır kütüklerden kurulu birçok platform sürekli hazırlanıyor. Aynı anda 3-4 bedenin yanışını izleyebiliyorsunuz. Ailesinin çığlıkları arasında bir ölü beden getiriliyor, nehir kenarındaki bölmelerde bir süre bekletiliyor. Ardından üstü turuncu bir örtüyle örtülerek platformun hazırlanması bekleniyor. Tüm bunlar olurken yörenin çocukları akıntılı nehirde bir o tarafa bir bu tarafa yüzüp oyun oynuyorlar. Platform hazırlanınca ölü üstüne yerleştiriliyor, üzerine kalın, kuru otlar koyuluyor, ve tutuşturuluyor. Bu son safhada aile uzaktan izliyor. Kişinin tamamen yanması bir hayli zaman alıyor. Özellikle kafatasının yanıp bitmesi için epey uğraş veriliyor. Bedenden geriye yalnızca küller kaldıktan sonra da küller nehre savruluyor. Sadece küller değil ölen kişinin giysiler, çantası, eşyaları da nehre atılıyor. Bunlar olurken çocuklar hala yüzüyorlar. Hayat devam ediyor.

Pashipatunath

Biz de oradan ayrılıp Tibet budizminin en önemli tapınaklarından birisi olan Boudhanath’a gidiyoruz. Görkemli, güzel bir yapı. Rengarenk Budist bayrakları, rahipleriyle tam bir Budist tapınağı. Gürültülü trafikten sonra sessiz, sakin, daire şeklindeki bir meydanın ortasında bu tapınak ve kendisi de daire şeklinde. Etrafında ve “üzerinde” dolaşabiliyorsunuz. Bu meydanda bulunan binalar da son derece güzel görünüyor. Bu binaları dükkanlar, restoranlar, ve elbette teras kafeler daha da güzelleştirmiş. Bu teras kafelerin birinde yemek yerken Budistler için çok önemli olan bu tapınağı ve insanları gözlemliyoruz. Budistler tapınak etrafında saat yönünde dönerek ve tapınak etrafındaki yüzlerce döner platformu sağ elleriyle yine saat yönünde çevirerek ibadet ediyorlar. Daha sonra bu döner mekanizmaların birkaç katlı bir bina yüksekliğinde olanlarını görüp şaşırıyoruz. 

Boudhanath
Bugün son olarak şehrin diğer yakasında yani batısında bulunan ve Kathmandu’nun tamamına hakim bir tepe üzerine kurulmuş Swayambhunath tapınağını görmeye gidiyoruz. Bu arada Nepal dilinde nath tapınak anlamına geliyor. Bu yüzden örneğin buranın ismini Swayambhu tapınağı olarak görürseniz şaşırmayın.Kathmandu’lular buraya monkey temple (maymun tapınağı) diyorlar. Maymun sayısı öyle fazla değil, her yer kadar burada da maymun var. İnsanlardan çok maymunlara dikkat etmek gerekiyor, elinizde, kafanızda ne varsa alıp kaçabilirler. Burası da bir Budist tapınağı. Kathmandu’yu yukarıdan görünce büyüklüğünü daha iyi anlıyoruz. Binalar çok yüksek değil, aralarda yeşil alanlar da var, ancak yine de bu şehrin genel anlamda bir tuğla yığını olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Şehir manzarasını alırken mutlaka bulutları da katıyoruz kadraja, beraber daha güzeller. Buradan 1.5 dolar vererek bir taksiye atlayıp Thamel’in renkli dünyasına dönüyoruz. 

Swayambunath

3. Gün - Kathmandu, Bhaktapur

Bugün hava bulutlu, eğer Kathmandu’daysanız bu iyi haberdir. Biraz olsun güneşten korunursunuz. Bugün şehre yaklaşık 16 km uzaklıktaki Bhaktapur’a gideceğiz. Saat 10 civarı otelden ayrılıp Bhaktapur otobüslerinin kalktığı Bag Bazar’a yürüyoruz, 20 dakika sonra oradayız ve hemen Bhaktapur diye bağıran bir muavine uyup otobüse biniyoruz. Otobüs yolculuğu yapacaksanız mutlaka bir pencere kenarına oturmakta fayda var, zira klima vs. beklemek biraz saflık olur. 16 km’lik yolculuk, büyük bir kısmı da “otoban”da geçtiği halde yaklaşık 1 saat sürüyor. Varır varmaz bizi müzikleriyle Krishna festivali sonrası kutsal yerleri ziyaret eden kırmızı giysili kadınlar karşılıyor. Şarkı söyleyip sokak aralarındaki küçük tapınakları dolaşıyorlar.


Onları geride bırakıp Durbar Square’e doğru ilerliyoruz. Buraya giriş biraz tuzlu; 15 dolar, ama kesinlikle değer. Motorlu taşıtların alınmadığı, geniş alanları olan, bol tapınaklı bir Hindu bölgesi burası. Burada bulunan 6 katlı Hindu tapınağı Nepal’in en yüksek tapınağı olma özelliğine sahip. Bhaktapur sokakları Kathmandu’ya oranla kesinlikle daha modern görünüyorlar. İnsanlar her zamanki gibi yine iyiler. Bhaktapur çömlekleriyle ünlü olduğundan çömlek yapılan fırınları, çalışan insanları görmek mümkün. Birkaç saat sessiz sedasız Durbar Square’de dolaştıktan sonra geldiğimiz gibi otobüsle Thamel’e dönüyoruz. Yarın büyük gün.. Tibet’e doğru yola çıkacağız...

Bhaktapur

4. gün - Nepal -> Tibet

O sabah saat 6’da turun otobüsüyle Tibet sınırına doğru yola çıktık. Hava yağmurlu olduğundan yolda göçükler, kaymalar olduğu haberini aldık. Yolda sık sık uzun kamyon kuyrukları yüzünden durmak zorunda kaldık büyük ihtimalle kaymalar neticesinde. Son duruşumuzda rehberimiz araç kuyruğunun uzun olduğunu ve ilerlemediğini söyledi. Kalan 1-2 km’lik yolu çantalarımızla yağmur altında yürüyerek tamamlamak zorunda kaldık. Tibet girişi insanın ömründe en az bir defa yaşaması gereken bir şey. Sanki bir hapishaneye, esir kampına giriyor gibi hissediyorsunuz, hissettiriyorlar. Hiçbir şekilde gülümsemeyip yüzünüze bir pislikmişsiniz gibi bakan Çinli askerlerin kontrolünde, çantalarımız arandıktan sonra girebiliyoruz Tibet’e. Sınıra varmadan önce rehberimiz Tibet’le ilgili her türlü kitabı, notu Nepal tarafında bırakmamızı söylemişti, zira özellikle Çin’i eleştiren kitaplar gördüklerinde kitabın sahibini almayabiliyorlarmış. Biz de notlarımızı sınırdan önce atıyoruz.

Tibet seyahatimiz boyunca beraber olacağımız 6 kişilik grupla ve Tibetli rehberimiz Tenzin’le sınırın hemen ötesinde tanışıyoruz. Grupta bir Kanadalı (Peth), bir İtalyan (Lorella), Kamboçya’da yaşamayı seçmiş bir Belçikalı (Marie), ailesi Çinli olup Malezya’da yaşayan (San) ve biz iki Türk varız. Tibet’e girdiğimiz andan itibaren her şey birdenbire büyülüyor bizi. Yollar çok daha düzgün, yolda ilerlerken yüzlerce metre yüksekten akan şelaleleri ağzımız açık izliyoruz. Dik vadilerin arasında akan nehrin kenarından kıvrılarak ilerleyen yoldan şoförümüz dönüşlerde hiç yavaşlamadan sürüyor. Bu arada ilk yakı (Tibet öküzü) burada görüyoruz. Çok ama çok sevimli bir hayvan. İlk geceyi geçireceğimiz Nyalam’a hava kararırken, akşam saat 9 civarı varıyoruz. 4 kişilik odalarda kalıyoruz. 3800 metre yükseklikte olduğundan hava biraz soğuk. Yataklarda ikişer yorgan var. Türkiye ile saat farkı yaklaşık 6 saat olduğundan uyumak biraz zor oluyor ama iyi kötü uyuyoruz. 


5. Gün - Nyalam -> Tingri

Sabahleyin kahvaltının ardından dokuz çeyrekte hareket ediyoruz. Önceki gün yol boyu hava kapalıydı, hep yağmur yağdı, bir şey göremeyeceğiz diye korkmuştuk. Bugün hava açık, bulutlar dağılmış. Çok şanslıyız. Yolda 5125 m rakımlı bir geçitte fotoğraf çekmek için durup çevremizi saran karlı dağları, göz alabildiğine uzanan geniş ovaları, rengarenk bayraklarla bezeli evleri ve geniş bir kapıyı izliyoruz. Yolda yemek yemek için durduğumuzda hemen etraftaki insanları, çocukları, süslü at arabalarını gözlemliyoruz. Düz bir yolun sağına soluna kurulmuş tek tip evler Amerikan kasabalarını anımsatıyor. Tuvalet kültürleri pek yok, ortalığa işeyen erkekleri her yerde görmek mümkün, kadınlar da pek farklı değil. Tüm tuvaletler eski tip, hatta genelde tuvalet denen yerler ortası kazılmış çukurlardan oluşuyor. Birkaç saatlik yolculuğun ardından yine küçük bir köy olan Tingri’ye varıp dinleniyoruz. Burada Tibet’in geleneksel çayı (butter tea) ile tanışıyoruz. Ciddi ciddi tereyağlı bir çay bu, rengi beyaza yakın, sarımtırak. Haliyle biraz kıvamlı, biraz tuzlu. Tek güzel yanı sıcak olması. Tibetin -40lara varan yüksek rakımlı kış soğuklarında halk, rahipler bu sıcak çaylarla ısınıyorlar. Doğrusunu söyleyelim, biz sevmedik. Ben - ki yerel lezzetleri tatmayı severim - bir bardağın ancak yarısını içebildim zorlayarak. Daha güzeli sweat tea denilen ve tadı daha tanıdık olan çay. Buradan sonra da gördük ki gittiğiniz her restoranda size sormadan önünüze bu çaylardan birisini getiriyorlar. Kaldığımız guest house odası 2 yataktan oluşuyor. Başka hiçbir şey yok. Allahtan elektrik bulup fotoğraf makinelerimizi şarj edebiliyoruz. Dışarıdaki muslukta buz gibi suyla saçlarımızı yıkıyoruz, ardından çok milletli, eğlenceli sohbet, ve uyku... 



6. Gün - Tingri -> Rombuk -> EBC -> Tingri

Sabah altıda uyanıp yedide yola çıkıyoruz. Bu yolculukta kontrol noktaları görmeye başladık, elbette Çinli askerlerin kontrolünde olan noktalar. Tibet’e kendiniz vize alıp gidemiyorsunuz, mutlaka lisanslı rehberler eşliğinde gezmeniz ve grubunuzdan ayrılmamanız gerekiyor. Yol kenarlarında bu yerler ve orada durup rehberiniz eşliğinde Tibet vizenizi ve pasaportunuzu göstermeniz gerekiyor. Birkaç kontrol noktasından geçtikten sonra yükselmeye başlıyoruz. Hedefimiz Rombuk. Fakat bu kez yol çok bozuk, hoplaya zıplaya ilerliyoruz toprak yolda. Yol üzerinde yaklaşık 5100 metredeki bir aşıta vardığımızda Himalayalar’ın büyüleyen manzarasıyla karşılaşıyoruz. Dünyanın çatısı denilen 8000 metrenin üzerindeki bu tepeleri ve ortada elbette dünyanın en yüksek noktası Everest zirvesini uzun uzun seyrediyoruz. Bugünkü hedefimiz karşımızda; Everest zirvesinin eteği. 5000 metrenin üzerine çıkmaya başladığımızda, azalan oksijenden kaynaklanan yükseklik hastalığı baş ağrısı olarak göstermeye başlıyor kendisini. Alçalmaya başlayınca geçiyor neyse ki. Bozuk yolda ağır ağır ilerlerken verdiğimiz tuvalet ve fotoğraf molalarının ardından yaklaşık 6 saat sonra Rombuk’a ulaşıyoruz. Burası Everest Base Camp (EBC) öncesi arabayla gelinmesine izin verilen son nokta. Tekrar 5000 metrenin üzerindeyiz ve baş ağrısı hat safhada. Rombuk’tan EBC’ye gitmek için otobüse binmek gerekiyor, biz de biniyor ve 10 dakika içinde EBC’ye varıyoruz. Birgün Everest’e bu kadar yakın olacağımızı hayal bile etmemiştik. Hemen önümüzde başlayan karlı tepeler ve Everest dağı bu bulutsuz, güzel havada muhteşem görünüyor. Ancak burası 5200 metre yükseklikte olduğundan baş ağrısı tam keyif almamızı engelliyor. Civarda çok sayıda yaban geyiği mevcut. 5000 metreye yükselmeden onları görmek mümkün değil. Buradan tekrar aynı otobüsle Rombuk’a dönerek burada bulunan ve dünyanın en yüksek rakımdaki manastırlarından birisi olan Rombuk manastırını geziyoruz. Bu manastırın bir özelliği hem rahiplerin hem rahibelerin kalıyor olması, elbette ayrı bölümlerde ancak bu bile alışıldık bir durum değil. Gittiğimizde rahibeler taş, toprak taşıyarak manastırın bir kısmını inşa ediyorlardı, rahatsız etmemek için çok yaklaşmadık. Burada yemek yedikten sonra geldiğimiz yoldan yine 6 saat süren bir yolculukla Tingri’ye dönüyoruz. Plan geceyi Rombuk’ta geçirmekti fakat hepimiz fazlaca baş ağrısı yaşadığımızdan daha insancıl yükseklikteki Tingri’ye inmeyi tercih ettik. Hani şu duş falan olmadığından dışarıda saçlarımızı yıkadığımız yere :) Akşam yemeğini Peth’in kutu makarnaları ve kuruyemişle yaptıktan sonra yatana kadar Marie ve San’la stupid cards oynuyoruz. Zevkli bir kart oyunu ancak hep kaybediyoruz. Avrupa kültürü gereği yenilene de hep ceza veriliyor, cezalara hiç girmeyelim burada, odada öpülmedik zemin, yalanmadık duvar kalmamıştı :))  

Everest Base Camp

Yaklar



7. Gün - Tingri -> Shigatse

Bugünkü yolumuz sadece 4 saat süreceğinden saat dokuzda yola çıktık. Hava yine çok güzel, hala şanslıyız. Yolun başlarında lyo lyo nehri berrak sularıyla eşlik ediyor bize. Gezi boyunca bulunduğumuz en yüksek noktaya bu yolda ulaşıyoruz: 5248 metre. Yine rengarenk bayraklarla süslenmiş. Devam ederken bir hasat festivali nedeniyle yolun kenarından tek sıra halde şarkı söyleyerek yürüyen, rengarenk giysili, tütsülü ve çok sıcakkanlı Tibetlillerin hepsiyle kendi dillerinde selamlaşıyoruz. Daha önceki köylerde rastladığımız Tibetliler turistlerden çok da hoşlanır görünmüyorlardı. Yol boyunca yol kenarına Shanghai’a olan mesafe yazılıydı ve tam 5000 km kaldığında bir anıt bile yapılmış Shanghai’a 5000 km diye. Neden Shanghai? Bilmiyoruz.

Planladığımız gibi saat 1 civarı Shigatse’ye varıyoruz. Burası Tibet’in Lhasa’dan sonra ikinci büyük şehri. Birçok restoran, dükkan, hatta süpermarketler var. Kaldığımız otelin ismi manidar; Everest Friendship ve isminden daha önemlisi de duş olması :)) 3 günlük duşsuzluğun ardından iyi geliyor, biraz dinlenip dışarı çıkıyoruz. Yol üzerinde bir stadyumun kenarından geçerken ilginç giysili insanlar dikkatimizi çekiyor. İçeride dans yarışması olduğunu öğreniyoruz. Giriş için birçok Tibetli kapı aralarından “sızmayı” denerken biz dışarıda kalmayı tercih ediyoruz. Bu sırada dışarıda toplanmış, bu yarışmaya gelmiş halkla sohbet etmeye çalışıyoruz. Daire oluşturacak şekilde oturuyorlar, kimisi zarlarla oynanan bir oyunu oynuyor, kimisi yemek yiyor, kimisi içki içiyor. Tabi içki içenlerin yanına oturuyoruz :)) Hemen oracıkta bir karışımı hazırlayıp bir kasede veriyorlar. Bu Tibet şarabı ve bir merasimi var. İçmeden önce sağ el yüzük parmağını daldırıp havaya damlaları atmak gerekiyor 3 defa. Ardından içmeye başlayabilirsiniz. Rengi beyaz, tadı güzel, biraz tatlı bir şarap. Daha sonra bu şarabı gittiğimiz yerlerde Bailey Wine olarak bulduk.

Dans yarışmasına hazırlanan bir grup

Bailey wine, Tibet'in en güzel tatlarından
Kentin sokaklarında dolaşırken küçük kafecikler dikkat çekiyor. Bu arada tüm dükkanların kapısına çok kalın kumaştan bir ayıraç asılı, öyle ki zorlukla aralıyorsunuz. Bu kafelerden birine giriyoruz. Sadece 2 masa var ve 1 kadın hizmet ediyor. Ne isterseniz yanında shot bardağı gibi küçücük bir bardak getiriyor ve kolayı bile bu bardaktan içmeniz gerekiyor. Daha ilginci siz içerken kadın masanızın önünde ayakta bekliyor ve siz bardaktan bir yudum alınca o içeceğinizden bardağınızın üstüne ekliyor, bardak hep dolu kalıyor. Bir iki dakika içmezseniz bardağı masadan alıp elinize veriyor içmeniz için. Eğer dur demediyseniz şişe bitince siz bir şey söylemeden yenisini açıyor. Hizmetin böylesine ağzımız açık kaldı doğrusu. Tibetli kadınlar da bir hayli içki içiyorlar, bir dikişte büyük bir birayı bitirebiliyorlar, şanslıysanız size bir de şarkı söylüyorlar.


8. Gün - Shigatse -> Gyantse

Sabah ilk işimiz Shigatse’deki devasa Tashilhunpo manastırını geziyoruz. Burası ilk Dalai Lama tarafından 1447 yılında kurulmuş ve Panchen Lama’ların kaldığı manastır olarak Tibet budizminde çok önemli bir yere sahip. İçinde bir çok tapınak ve stupa var. Dünyanın en büyük 2. budası da burada bulunuyor. Etrafta çok sayıda rahip var, çalışıyorlar, okuyorlar, pek boş durmuyorlar. Tapınakların içinde genelde fotoğraf çekmek yasak, bazı yerlerinde ise belli bir sayıda fotoğraf çekmek için para vermeniz gerekiyor. Bu yüzden rahiplerin gözleri üzerinizde. Manastırları gezmeye gelen budistler yanlarında genellikle tereyağı getiriyorlar, bunların bir kısmı yemek için ayrılıyor, bir kısmı da her yanda yanan büyük mumların tabanlarına koyuluyor. Tapınak öyle büyük ki gezmemiz saatler sürüyor, ancak öğlen yola çıkabiliyoruz. Shigatse - Gyantse yaklaşık 1 saatlik bir yol. Yolda giderken gördüğümüz bir kasabadan bahsediyor rehberimiz. Burada bir kadın 4-5 erkekle evlenebiliyormuş, erkekler genelde kardeşler. Kadın yatak odasının kapısına hangi erkeğin ceketini asarsa o gece onunla uyuyormuş. Çocuk olunca da kadın erkeklerden istediği birisini babası olarak belirliyormuş. Bu sadece bu yöreye özgü diyor rehber.

Tashilhunpo Manastırı, Shigatse
Çok geçmeden Gyantse’ye varıyoruz. Yemek yedikten sonra bu şehirdeki tapınağı geziyoruz. Şehri yukarıdan gören bir stupa mevcut. Ayrıca daha yukarıda dağın tepesine kurulmuş bir kale ve çok uzun, Çin seddini andıran surlar da var ancak buraya sadece Tibetlilerin girmesine izin veriliyor. Rehberimiz sık sık 2007 yılına kadar böyle yasakların olmadığını, ancak 2007’den sonra bu ve bunun gibi bir çok yasak geldiğini söylüyor Çinli otorite tarafından. İzin verilenle yetinmekten başka çaremiz yok. Yapacağımız kural dışı bir hareket yüzlerce dolarlık ceza ödememize veya rehberimizin uzun yıllarını hapishanede geçirmesine neden olabilir. Gezi bitiminde rehberimizin ısmarladığı tatlı Tibet çaylarını (sweat tea) yudumlarken kafe sahibinin çocuğunun muhteşem kahkahalarına ortak olup otelimize dönüyoruz. 


Gyantse



9. Gün - Gyantse -> Lhasa

Bugün yolumuz uzun, yaklaşık 6 saat. Sabah 8buçukta yola çıkıyoruz. Önce 4200 metrelik geçitte durarak yanımızdaki müthiş güzellikteki gölü izleyip onlarca fotoğraf çekiyoruz. Ardından arabamız 5000 metreye yükseliyor ve 7100 metre yüksekliğindeki karlı dağların hemen yanından geçerken bir yandan Tibetlileri izliyoruz. Ama bizi asıl büyüleyen ve burası cennet dedirten manzara bir süre sonra çıkıyor karşımıza. Muhteşem güzelliği, arkasında uzanan karlı dağlar, etrafındaki yemyeşil alanlarla Yumchok gölü önümüzde uzanıyor. Göl kenarında ilerlerken defalarca durup fotoğraf çekiyoruz. Şu an bu satırları bu gölün kenarında Lhasa’ya doğru ilerlerken yazıyoruz.

Yumchok Gölü
Öğleden sonra 3 gibi ulaşıyoruz Lhasa’ya. Lhasa bizi şaşkınlığa uğratacak kadar büyük ve gelişmiş bir şehir. Tüm tabelalarda büyük puntolarla Çince yazıların altında ufak Tibetçe karşılıkları var. Etrafta da zaten pek Tibetli görünmüyor, her yer Çinlilerle dolu. Dünyanın önde gelen markaları da en gözde caddeleri ışıklı tabelalarıyla süslüyor. Bu âna kadar bizi etkileyen onlarca Tibet köyü ve kentinden sonra buraya Tibet diyemiyoruz, adını koyalım Lhasa bir Çin şehri olmuş malesef. Akşam Potala sarayının muhteşem görüntüsünü izliyoruz. Ertesi gün için büyük bir kutlama hazırlığı var Potala sarayının önündeki büyük meydanda. İnsanlar gelip bizimle fotoğraf çektirmek istiyorlar, kırmıyoruz elbette. 

Potala Sarayı, Lhasa



10. Gün - Lhasa

Bugün Tibet için önemli bir gün. Yılda yalnızca bir gün açılan devasa büyüklükteki tankayı görmek için bütün Tibet Lhasa’ya akın etmiş sanki. Tankanın açılacağı manastırın epey gerisinden yol araç trafiğine kapatılmış. Aracımızdan epey geride inip uzun süre yürümek zorunda kalıyoruz bu yüzden. Yaklaşınca görüyoruz ki anlamadığımız bir şekilde askerler yolu yayalara da kapatmış. Arkalardan, mahalle aralarından, tepelerden dolaşıp bir şekilde kapatılan yolu aşıyoruz. Artık tankaya daha yakınız. Uzunca bir süre daha yokuş yukarı yürümek zorundayız. Üstelik yüzbinlerce kişiyle aynı anda ve bazen daralan yollarda itiş kakış içerisinde gidiyoruz. Neyse ki kalabalıkları aşarak devasa tankanın yanına gelip dokunmayı başarıyoruz. Tibetliler bu tankaya dokunmanın bir yıl boyunca şans getirdiğine inanıyorlar. Umarız bize de getirir. Dönüş yolu biraz daha tenha olsa da artık sıcak ve rutubet karşısında yenik düşmek üzereyken ulaşıyoruz arabamıza.


Yılda 1 gün açılan devasa tanka
Ardından bugün ikinci durağımız olan yazlık saraya gidiyoruz. Orada da festival havası hakim. Saray epey mütevazi. Dalai Lama sadece yazın değil kışın da genellikle burada yaşıyormuş, tabi sürgün edilmeden önce.

Yazlık saray



11. Gün - Lhasa

Bugün Lhasa’nın en önemli iki noktasını; Potala sarayını ve Jokhang tapınağını ziyaret edeceğiz. İlk durağımız Potala sarayı. 999 odası, devasa görünümüyle Lhasa’nın tam göbeğinde zamana meydan okuyor saray. Tibet gezisinden önce en çok görmeyi hayal ettiğimiz yer burasıydı. Sürgün edilmeden önce Dalai Lama’nın yaşadığı ve hem Budizmi hem Tibet’i yönettiği yer, Tibet budizminin ve devletinin en büyük sembolü burası. Dini ve idari kısımlar, sırasıyla beyaz ve kırmızı olarak ayrılmış durumda. 7. yüzyılda 5. Dalai Lama tarafından dini kısımlar yaptırılmış, 17. yüzyılda ise adeta sarayın üzerine kat çıkılmış ve idari kısımlar yapılarak bugünkü halini almış. Malesef turistlerin sarayın çok küçük bir kısmını görmesine izin veriliyor ve rehberlerin gruplarını gezdirmeleri için tam 1 saat izin veriliyor, bu süre aşılırsa ceza uygulanıyor. Eskiden çok sayıda Tibetli rahibin kaldığı sarayda bugün sadece 100 kadar rahip kalıyor. Lhasa’da fazla rahibin kalmasını Çin hükümeti istemediğinden buradaki rahipler diğer şehirlerdeki manastırlara gönderilmiş.

Potala Sarayı, Lhasa

Lhasa kentinin Potala Sarayı'ndan görünüşü
Potala sarayından çıkıp öğleden sonra şehrin old town diye bilinen kısmının tam ortasındaki Jokhang tapınağına gidiyoruz. Tapınağın etrafı tamamen seyyar satıcılarla kaplı, bir tarafında ise ibadet eden insanlar var. Bir yandan dua okurken, ellerini başlarının üzerinde ve sonra yüzlerinin önünde birleştirdikten sonra boylu boyunca yüzüstü yere yatıyorlar. Parmak uçlarının dokunduğu noktaya kadar ilerleyip kalkıyor ve aynı şeyi durmadan tekrarlıyorlar. Bu şekilde tapınağın etrafını dolaşıyorlar. Rehberimiz eskiden Tibetlilerin farklı şehirlerdeki tapınakları ziyaret ederken tüm yolu bu şekilde kat ettiklerini söylüyor. İnanası gelmiyor insanın, ama herhalde yalan söylemiyordur rehber. Jokhang tapınağı da Tibet budizminde önemli yeri olan bir tapınak. İçinde geniş bir avlusu var. Rahiplerin görevlerinde yükselmek, lama olmak için burada sınava tabi tutulduğunu anlatıyor rehberimiz. Tapınağın üst katından Lhasa’nın eski şehrini seyretmek mümkün. Jokhang, Lhasa’daki ve dolayısıyla Tibet’deki son durağımız. 

Jokhang Tapınağı, Lhasa


12. Gün - Lhasa -> Kathmandu

Programa uygun olarak turun son gününde Kathmandu’ya dönmemiz için rehberimiz bizi havaalanına bırakıyor. Tibet’in güzel köylerinden, yerlilerinden, ırmaklarından, dağlarından sonra Lhasa’yı hiç mi hiç sevmedik. Tibet’liye rastlamak neredeyse imkansız. Bir daha Tibet’e gidersek Lhasa’ya hiç uğramayız diye düşünüyoruz. Son satırları havaalanında yazarken Tibet’i, Tibetlileri hala özlüyoruz..


0 yorum :

Yorum Gönder

Her hakkı saklı olup, izinsiz içerik kullanımı yasaktır.. Blogger tarafından desteklenmektedir.